Günümüzde bilgi ve bilim, tarihte hiç olmadığı kadar erişilebilir hale geldi. Ancak ironik bir şekilde, bilim insanları değil, "soytarılar" daha çok ilgi görüyor.
Sosyal medya, televizyon ve diğer iletişim kanalları, bilgelikten ziyade sansasyonu, araştırmadan ziyade gösteriyi ödüllendiriyor. Toplum, çıplaklık, şaklabanlık ve anlamsız polemiklerle eğlenirken, bilim ve ilim sessiz bir köşede unutuluyor.
Bu durum, yalnızca bireylerin değil, toplumların geleceğini de tehlikeye atan bir sosyal çürümenin göstergesidir. Şaşaalı hayatlar sergileyen "ünlüler" gençlerin rol modeli olurken, bir bilim insanının yıllarca süren emeği ve keşifleri birkaç saniyede unutuluyor. Oysa insanlık, bugünkü medeniyet seviyesine bilimin rehberliğiyle ulaştı. Ancak ne acıdır ki, bu rehberlik artık göz ardı ediliyor.
Sorun sadece bireylerin ilgi alanlarında değil, toplumsal yapının kendisindedir. Eğitimin niteliği sorgulanmıyor, bilime yatırım yapılmıyor ve gerçek düşünce insanlarının sesleri duyulmaz hale geliyor. Bunun yerine, yüzeysel eğlence anlayışı ve hızlı tüketim kültürüyle, derinlikten uzak bir yaşam biçimi dayatılıyor.
Toplum olarak yeniden ilime ve bilime yönelmeliyiz. Bu dönüşüm, yalnızca bireylerin bilinçlenmesiyle değil, eğitim sistemlerinin güçlendirilmesi, bilimin teşvik edilmesi ve gerçek değerlerin yüceltilmesiyle mümkün olabilir. Aksi halde, tarihe "soytarıları alkışlayan, bilgeleri unutan bir toplum" olarak geçme tehlikesiyle karşı karşıyayız.
Unutulmamalıdır ki, medeniyet ancak bilgiyle yükselir; soytarılık ise yalnızca kısa vadeli eğlence sunar. Hangisini seçtiğimiz, geleceğimizi belirleyecek en önemli karardır.