İnsan olarak, hayatımızdaki din, dil ve ilim algısının farklı şemalar aldığına şahit oluyoruz. Yaşamak istediğimiz ve yaşamamız gereken din, dil ve ilim arasında ciddi bir ayrışma söz konusu olmaktadır.
Günlük hayatımızda herhangi bir durumu anlattığımız kadar, biz bu anlattığımız durumu kendi hayatımıza ne kadar aktarabiliyoruz? Bunu aktaramamanın ve yansıtamamanın neyden kaynaklandığını ne kadar merak ediyoruz? İnsanlara nasihatlerde bulunurken biz o, aktarımların ne kadarını sahipleniyoruz? İş anlatmakta kolay olduğu kadar acaba yaşamakta da aynı kolaylığı sağlayabiliyor mu? Bunların hesabını yaparken, bunları yaşamanın ölçütü ne ve bunu yaşayabilmek için biz bunun ne kadarını düşünebiliyoruz?
İnsan, elbette hata yapmaktan kendini alamaz. Alamadığı gibi telafi konusunda da belli arayışlara girer ki olumlu ilişkiler sürdürebilmek için girmek zorundadır. Çünkü her düşünce kendine göre bir inanç sistemi oluşturmakta ve o ölçüde hareket etmektedir. Bu hareket çoğu zaman düşünce çoğu zaman da eylemsel hareketlere dönüşmektedir. Sonuç olumlu veya olumsuz, toplumsal veya bireysel sonuçlar doğurmaktadır. Bu sorunların çözümü yine toplum içerisindeki yaşayışa göre şekillenmektedir. Herkesin iyi olmasını isteyen bir dil, herkesin mutlu olabileceği davranışlara yoğunlaşmalı ki bu süreçte ilk olarak kendinden başlamalı. Yoksa söylenilen ve yaşanılan arasında ciddi bir uçurum oluşacaktır. Herkesin dilinde Müslüman, iyi, dürüst, şefkatli, merhametli olduğunu biliyoruz. Bunu hissettiğimizden değil, duyduğumuzdan biliyoruz diyelim.
Sosyal yaşantıda; insanları bildikleri kadarından sorumlu tutarken, bilmediklerinden yargılamaya çalışmamız ayrı bir problem oluşturmaktadır. Çünkü biz kapımızı kapattıktan sonra dışarıdaki hayat yarını aydınlık ve güneş ile beklemiyor. Geceye bıraktıklarımız gündüze emanet olarak teslim edilmektedir. Bugün yaşanılan olaylarda birinci muhataplar dinlenilmeden tek taraflı dinlemelerle insanlar diğer bir insan hakkında fikir sahibi olup onu yargılama lüksünü kendinde görebilmektedir. Kendisi her türlü yanlışı yapmakta özgürken kendisine yapılan en ufak bir tepkide çok farklı etkiler göstermektedir. Halil Cibran bir kitabında; ahlaksız birinin sizi ahlaksızlıkla yargılaması ne kadar ahlaki bir davranış, katil olan birinin karşısındakini katil olarak yargılaması, aynı şekilde hırsız olan birisi diğer birini hırsız olarak suçlaması ne kadar mantıklı diyor. Ve hayat maalesef bu şema üzerinde dönüyor. Bağıran çağıran insanların genellikle aynı kusur ve yanlışı kendi bünyesinde barındırdığını dile getiriyor.
Kendimize ağır geleni başkasına yapılmaması gerektiği konusunda Hacı Bektaş güzel bir mütevazilikle bizi uyarmaktadır. Herkesin yaşattığını yaşaması olayını bekler oldu insanlar. En nefret ettiklerini Allah a havale etmekle ve bunu nefretle iletirler Allah a. Oysa bu insanlar ne güzel bir yere havale yaptıklarının farkında bile değiller. Belki bu yüzden kötü insanlara neden bir şey olmuyor diye kendimizi yiyip bitiriyoruz. Burada akla gelen nokta bu. Eksik bilinen bir din, konuşulamayan bir dil ve tamamlanamamış bir ilim. Sadece dua ederek hiçbir şeyi değiştiremeyiz. Tevekkül eylemden sonra gerçekleşir. Bu yazım bu başlıkta sadece bir giriş devamını Allah diler ve nasip ederse yayınlayacağım. Selametle kalın.